tele-vize

tele-vize

Yaz aylarının sessiz mahmurluğu. 

İnsanın içinden hiçbir şey yapası gelmiyor. Hava ısındıkça denizden uzak kalmak, iş hayatını en çok sorguladığı zamanlara denk geliyor. 

Önümüzde bir deniz olsa da girsek. Zengin zuppelerden, apolitik ucubelerden, dünyadan bir haber, baba parası yiyenlerin plajlarından uzak. Halka ait plajlara yerleşen tahtakurularından, sınır tanımayan tüketiminde, maskelerin ve unvanların plastiklerinden uzak… 

Yaşamın nihayet bir gün, hedeflediğimiz noktaya ulaşınca başlayacağını sürekli tekrarlıyoruz. Yeni bir işe kabul aldıktan sonra, evin kirasını ödedikten sonra, mezun olduktan sonra, ay binince, yeni yıl başlayınca… Yaşam her zaman sonradan, bir “after thought” olarak geliyor. 

Arzumuzu gelecekte saklamaktan yaşayamıyoruz.

Koca çınarın gövdesine yaslandım,
Dağların arasından gelen ince bir rüzgar.

Yapraklar, buğdaylar, böcekler. Güneşin patlayan şavkları arasında gezinen toz parçaları. Çileklerim olgunlaşıyor, toprağımı açmışım göğün bağrına, taze taze nefes alıyor. Zaman küçüle küçüle şu ana, şimdiye, sonraki saniyenin önüne yürüyor. Parmaklarımın arasında biraz tütün, ufak bir arap kağıdı. Birkaç yıl öncesinden kalma sararmış bir kibrit kutusu. 

Eve geldiğinde geçmiş hiç yaşanmamış gibi. Yurt dışında geçen seneler reklam arası gibi gözümün önünden geçiyor. 

Yaşam başka yerde. Hayat toprağın kavrulduğu yerde yeşeriyor. 

Çimento böcekleri esir ediyor. 
Üretim insanların

           B

           Ee

           Yyy

           Nnnn

           İiiiiiiiiiiiiiiii

           Nnnnnnnnnn

           İiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii

Veri geri kalan ne organı varsa içten dışa bir güzel cilalıyor, iyice şeffaf olana kadar parlatıyor. 

Artık üretimin prangaları uzun, şeffaf metalden. Bileğimizde ne de güzel parlıyor. Uzat başkan, hemen süslenelim. Ne de olsa artık sapkınlarımza teşekkür edecek hale geldik. 

Eskiden pis işler gizli tutulsa bile, kapalı kapılar ardında olanları halk öyle ya da böyle bilirdi. Kapalı kapılar ardında. Anahtar cümle. Bu “perversion”, bu sapkınlık öyle bir seviyeye gelmiş durumda ki, artık kimse ne ettiğini saklama gereği bile duymuyor. Neden duysun ki? 

We’ve been pacified.  Bu “eğlence sektörü” denen zat, elimizden düşmeyen ekranlar, “reelsler”… 

Acı ve elem, sadece sıkıntı ve çaresizlik ile birleşince devrim mümkün oluyor. Acılarını ekranlarla bastırılan, inançla, umutla zehirlenen bir toplumun hareket alanı inanılmaz derecede kısıtlanmış durumda.  

En büyük arzumuz devrimi YouTube’dan izlemek.  

Sosyo-ekonomik yükseliş bir nevi bir sapkınlık cetveli haline geldi. Sömüren sömürene. Artık ezenler ezmekle gurur duyuyor, daha da acısı, ezilenler ezenleri korumaktan çekinmiyor. Neden? Ben de bir gün sömüren olabilirim, ben de toplumun tabakalarında yükselebilirim inancı. 

… 

Bize en büyük acıyı “karıncayı bile incitmeyenler” veriyor.